Kurbağa deneyini hepimiz biliyoruz. Sıcak suyun içine birden bırakılınca dışarı zıplayan, fakat soğuk suda yavaş yavaş ısıtılınca hiçbir tepki vermeden kaynayan kurbağaları. Kutsal beşeri özelliklerimiz, sözüm ona eşsiz yapılarımıza rağmen onlardan farksız oluşumuz ne kadar aşağılayıcı, değil mi? Aleni olmadığı sürece, etrafımızdaki büyük değişimlerin ancak büyük bir sonuç verdiğinde farkına varabiliyoruz. Kurbağalar ölümle tepkidikleri gibi, biz de kendimizi kaynama noktasında 60 yıl harcamış ve gerçekleştirilememiş bir halde buluyoruz. İşin aslında, en tepelere konumlanacak hiçbir üstünlüğümüz yok.
Düşünebiliyoruz, düşünerek zaten kendi kendimizi sona getiriyoruz. İstediğimizi seçebilme ve reddedebilme özgürlüğümüz -ki bu özgürlüğün de her birey tarafından kullanılabildiği şüphelidir-, bizi yalnızca kararsızlığa, rutin paranoyalara, devamında gelen sonsuz sorgu araflarına sürüyor. Onlarla kutsandığımıza inandırıldığımız bütün ayırıcı özelliklerimiz, yaşadığımız günlük keşmekeşin tek sorumluları. Nitekim asırlardır lanetlendiklerimize tapınmaya alıştırıldığımızdan sorunlarımızın köküne bir türlü inemiyoruz belki de. İçinde bulunduğumuz toplumdan, ailemizden veya 'tanrı'dan ötede; kanımıza sızan zehrin tek kaynağı insanlığımız.